.
HoDLuYuM08  
  *GiRiŞ SaYFaM*
  HoD TaRiHi
  YaRDıM Ve İSTeK
  İLGiNÇ BiLGiLER..
  MÜZİKLERİM
  ANKET ARŞİVİ
HoD TaRiHi

Hod'un tarihini Livane tarihinden ayırmak olanaklı değil. Bu nedenle Hod özeline girmeden önce yörenin geneline ilişkin bir değerlendirme yapmak yerinde olur.

Bazı bulgulardan yolaçıkılarak varılan sonuçlara göre Artvin’in Tunç Devrinden beri yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır. MÖ 3000’li yıllarda bazı yerleşim alanları olduğu belirlenmesine karşın, bunların kimliğine ilişkin bir bilgiye ulaşılamamıştır.

Bazı bulgulara dayanılarak Kars, Çıldır yörelerinde MÖ 10.000-8.000’li yıllara denk düşen Cilalı Taş Devrinde insanların yaşaması, Artvin’in de aynı dönemlerde yerleşim yeri olabileceği düşüncesine neden olmaktadır.

Ancak MÖ 4000-3000 yıllarına ait olduğu saptanan bakır baltalar ve MÖ 3000-2000 yıllarına ait olduğu saptanan tunç baltalar ve başka bazı aletlerden yolaçıkılarak bu dönemlerde, yani günümüz itibariyle yaklaşık 5000-6000 yıllık bir geçmişi olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaktadır.

1930 yılında Şavşat’ın Merya (şimdiki adı Veli köy) köyü ile 1955 yılında Yusufeli’nin Nigzivan (şimdiki adı Demirköy) köyünde bulunan bazı baltaların, 1936 yılında Posof’taki Mera Kalesinde bulunan Hurilerden kalma baltalarla aynı döneme ait olduğu saptanmıştır. Buna bağlı olarak da, Artvin bölgesinin saptanabilen ilk yerleşenlerinin ( 2000’ler) Orta Asya kökenli Huriler olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra sırasıyla Kimmerler (MÖ 720), İskitler (MÖ 680) oldu. 3. ve 4. yüzyılda Hıristiyanlık yayılmaya başladı. 415 yılında Bizans egemenliği kuruldu. Halife Osman döneminde (646) ise Arap-İslam egemenliğine girdi. Bütün bu yüzyıl boyunca İslam güçleriyle Bizans arasında sürekli el değiştiren Artvin, 1068 yılında Selçuklu egemenliğine geçti. Bir süre sonra kısa bir dönem Gürcülerin denetimine alındı. Ancak bu uzun sürmeyerek yeniden Selçuklu denetime girdi.

13. yüzyılda gerçekleşen Moğol ve İlhanlı egemenliği ardından Artvin önce Akkoyunlulara, sonra da Şehzade Selim’in (1. Selim) Trabzon sancakbeyi olduğu dönemde (1481-1512) Osmanlılara bağlandı. Bir dönem Safevi, birkaç kere de yeniden Gürcü denetimine alındı. 1551 yılında Erzurum Beylerbeyi İskender Paşa tarafından kesin olarak Osmanlı topraklarına katıldı.

1578 yılında Ardanuç, Şavşat ve Yusufeli ile birlikte Çıldır eyaletine bağlandı.

Tanzimat Döneminde ise Trabzon Vilayetinin Batum Sancağına bağlı bir kaza olarak kaldı.

19. yüzyıl boyunca değişik zamanlarda çeşitli işgallere uğradı. 1828’deki Rus işgali, ertesi yıl 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı-Rus Savaşı (1877-1878) sonrasında yapılan antlaşma gereği Artvin yeniden Ruslar tarafından işgal edildi. 1. Dünya Savaşına (1914-1918) dek süren bu işgal süresince çeşitli biçimlerde örgütlenerek direnişe başladı. Bu direniş örgütlerinin en bilineni Teşkilat-ı Mahsus adlı örgüttür.

1914 yılında Melo Sınır Taburu, Rusları yenerek Artvin’i kurtardı. Ancak 4 ay kadar süren bu dönemden sonra Ruslar, Artvin’i yeniden denetim altına aldı.

1917 Ekim Devrimi nedeniyle Çarlık yönetiminin yıkılmasıyla yeni kurulan Sovyetler, Erzincan Mütarekesi uyarınca (18 Aralık 1917) Artvin ve Şavşat’ı boşalttı. Ancak ertesi yıl (28 Aralık 1918) yapılan Mondros Mütarekesi uyarınca Artvin İngilizler tarafından işgal edildi. İngiliz işgalinin yerini 2,5 yıl sonra (7 Nisan 1920) ise Gürcü işgali aldı. 22 Şubat 1921 tarihinde Gürcistan güçlerinin Artvin ve Ardahan’ı boşaltmasının ardından birkaç gün içinde bu yerler Türkiye topraklarına katıldı.

1924 yılında il yapılan Artvin, 1933 yılında ilçe olarak Rize’ye bağlandı. 1936’da Çoruh adı verilerek yeniden il yapıldı. 1956 yılında ise adı yeniden Artvin olarak değiştirildi.

Artvin’i Kuzeydoğu Anadolu’dan ayrı düşünmek olanaklı olmadığına göre, Artvin ve çevresindeki öteki yerleşim yerlerinin binlerce yıla uzanan tarihinde kültürel etkileşimin boyutunu kestirmek tam olanaklı değil. Ancak yaşamın her alanında bir biçimde gözlenebilecek ve çoğu da geçmişle bağlantısı kurulamayan birtakım verileri, sözkonusu tarihiyle ilişkilendirmek belki en uygun açıklama olur.

Hod Tarihi ve Sözcüğün Anlamı Üzerine

Aslında Hod adının tam olarak nereden geldiğini bilmek Hod’un kuruluşu ve tarihine ilişkin önemli bir kaynak olabilirdi. Ancak bu konuda herhangi bir araştırma yapılmış ya da bir sonuç elde edilmiş değil. Hod sözcüğünün anlamları üzerine durarak, geçmişi üzerine bir ipucu oluşabilir belki.

Hod sözcüğü değişik dillerinde değişik anlamlara gelmektedir.

İbranicede isim olarak »görkem«, eylem olarak hem »itiraf etmek« hem de »teşekkür etmek« anlamına gelir.

Arapçada, 1. Kendi, aslı, asıl, 2. Baş zırhı, miğfer demek.

Ermenicede ot, otluk anlamına gelmektedir.

Dede Korkut ve Yunus Emre de »hod« sözcüğünü Arapçadaki gibi »kendi« anlamında kullanmaktadırlar.

Osmanlı döneminde, bugünkü gibi aşağı ve yukarı olarak iki yerleşim yeri biçiminde tanımlanmış. Hod-ı Süfla (Aşağı Hod) ve Hod-ı Ulya (Yukarı Hod) olarak kullanılmış. Osmanlı kayıtlarındaki resmi adı da böyle.

Ancak bu Arapça temelli sözcüklerin ne zamandan beri kullanıldığı konusunda herhangi bir bilgi yok. Güney Kafkasya, Batum yöresi ve Doğu Anadolu, Halife Osman döneminde (646) Arapların istilasına uğradı. Bölgenin İslamiyeti kabul etmesi bu dönemden sonradır. Hod’un hangi boyutta bu istilalardan etkilendiği ya da dışında kaldığına ilişkin bir kaynak bulunmamasına karşın genelde bölgeden ayrı düşünmesi pek olası görünmemekte.

Kuzeydoğu Anadolu’nun tarihi itibariyle bu bölgede Türk, Ermeni ve Gürcülerin içiçe yaşadığı düşünüldüğünde tipik bir Güney Kafkasya özelliğinden sözedilebilir. Kültürel yapısı da genelde bu özellikleri barındırmaktadır.

Yer ve yerleşim adları ise ağırlıkla Ermenice olmak üzere, Gürcüce, Türkçe ve Rusça sözcüklerden oluşmakta ya da bunları çağrıştırmaktadır.

Yöre insanına bakınca çok değişik tipler bulunmakta. Ama en önemli yanı, tarihinde hiçbir kan davası ve cinayet olmamasıdır. Bu boyutuyla bakıldığında birilerinin değişik yerlerden gelip sürekli bir sığınma noktası olarak burayı mekan edindikleri biçiminde yorumlanabilir. Bundan dolayı da kimsenin, geçmişe bağlı bir düşmanlığı bulunmaması açıklaması üzerine durulabilir. Bir bakıma sözcüğün Arapçadaki ikinci anlamı olan »miğfer« ile örtüşmektedir.

Öte yandan İbranicedeki »görkem« kavramı da Hod'un coğrafi yapısına çok uymaktadır. Ancak bunların gerçekliği konusunda herhangi bir veri bulunmadığı için bunların tümü bir yorumdan öte algılanmamalıdır.

Ayrıca Kuzeydoğu Anadolu ve Kafkasya'da anlatılan Köroğlu hikayelerinde »Hodgarlar« adlı bir topluluktan sözedilmektedir. Anlatılarda geçen bu yerde hem maden çıkmakta, hem de iyi demirci ustaları bulanmaktadır. Köroğlu'nun en güvenilir arkadaşlarından biri olan Deli Hasan ve Demircioğlu'nun Hodgarlardan olduğu geçmektedir. Bunun bir isim benzerliği olup olmadığı ya da Hod ile ne denli ilişkisi olduğu belirsizdir.

Bütün bu yorumların dışında folklor araştırmacısı Orhan Bahçıvan'ın Hod'a ilişkin yorumları ise şöyle:

»Yöreye ilk gelen İskitler yedi dağ üstüne yerleşerek yedi büyük yerleşim bölgesi oluşturmuşlar. Bu bölgelere yedi gezegenin adlarını vermişler. Gökbiliminden esinlenen bu insanlar, bu bölgeyi, Merkür gezegenin diğer bir adı olan Hod olarak anmışlar. Bu bölgede zengin maden cevherlerinin bulunması ve yörenin coğrafi bakımından birçok yerde bakır renginde olmasından dolayı Merkür’ün rengiyle eş anlama gelen hod adı verilmiştir.

İkinci söylenceye göre, yöreye yerleşen İskitlerin bir kolu kırk değirmenleri kurarak bu bölgede değirmencilik yapmaya başlamışlar. Hod ise değirmende alınan bedelin adıdır. Hodgar olarak da anılan bu yöre Hod Ambarı ya da Hod Deposu olarak bilinirmiş. Ambarların sahibinin oturduğu yerin adı Hodgara olarak bilinirmiş.

Hod bölgesi »Ferhad ile Şirin« öyküsünün doğduğu bir bölge olarak da bilinir. Ferhad’in yurdu olarak da tanınan bu yöreye Ferhad adından esinlenerek fer-had adı bölünerek had ekinin hod ekine dönüşümüdür diyenler de bulunmaktadır. Ancak bu oldukça zayıf bir olasılık olarak düşünülebilir.

Bir diğer söylence ise, Koçgarların yurdu olarak anılırmış. Yöreye yerleşen İskitler büyükbaş hayvan besleme olanağı bulmayınca küçük baş hayvan beslemeye başlamışlar. Giderek bu işin ticaretini yapmışlar, Kınalı koçların yetiştiği ve koç güreşlerinin yapıldığı bir bölge olarak tanınmaya başlamış Koç ambarı Koçgar olarak sözcük günümüze kısaltılmış ve yazım değişimiyle Hod olarak gelmiştir.

Asya’dan geldikleri söylenen İskitlerin madenci kolu bu bölgeye yerleşmiş. Bu bölgede bakır, demir, altın madenlerini işletmeye başlamışlar. Maden deposu ya da maden ambarı adıyla tanımıştır. Hodgar adı giderek kısa söylev ile Hod biçimine dönüşmüştür.

Osmanlılar bölgeyi ele geçirdikleri zaman, Hod-ı Süfla (Aşağı Hod) ve Hod-ı Ulya (Yukarı Hod) bölgesi olarak adlandırmış. Günümüzde ise Aşağı Maden ve Yukarı Maden olarak adlandırılmıştır.«

Son 150 Yıl

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında Osmanlıların yenilmesiyle Livane'nin büyük bir bölümü ile Ardahan ve Kars Ruslara bırakıldı. Toplumsal yapısı, coğrafyası, tarihi ve kültürel özellikleriyle bir bütün olan Aşağı Hod ve Yukarı Hod bu dönemde birbirinden ayrıldı. Yukarı Hod Rusların işgaline geçerken, Aşağı Hod Osmanlı yönetimde kaldı. Aslında bu içiçeliğine karşın yalnızca Yukarı Hod'un işgal edilmesi, topraklarındaki zengin bakır yatakları ile açıklanabilir. Gerçekten de tüm işgal döneminde Ruslar, o zaman itibariyle önemli sayılacak işletmeler kurarak işlediği bakırı Rusya'ya taşıdı.

Bu işgal dönemi alışılagelmiş öteki işgallerin tersine Hod'da çok farklı boyutta yaşandı. Rus işgalcileri yöre halkına çok iyi davranarak, 43 yıllık işgal döneminde hiç vergi ya da asker almadı. Ayrıca bakır işletmelerinde tümüyle yerli halkı çalıştırdığı gibi, oldukça da iyi ücret verdi.

İki ayrı ülke sınırları içinde olan 2 Hod arasında ilişki kopmadı. İnsanlar birbirleriyle rahatlıkla görüşme olanağı buldular.

Ancak yine de Hodlular Ruslara pek ısınamadılar. Rusların son dönemlerinde Hodlulardan bazıları yöredeki çeşitli direniş çetelerine katıldı. Bunların çoğu geriye dönmedi.

1. Dünya Savaşı (1914-1918) döneminde yöreden birçok gönüllü Osmanlı ordusu yanında Ruslarla çete savaşları yürüttü. Savaşın ilk dönemlerinde Hod'u terkeden Rus birlikleri yaklaşık 7-8 ay sonra yeniden köyü işgal etti. Bu kez belli bir direnişle  de karşılaşan Ruslar önceki işgal dönemine göre çok farklı davrandılar. Direnen birçok insanı öldürdükleri gibi, yerleşim yerlerin de yakıp kullanılamaz duruma getirdiler.

Büyük göçün gerçekleşmesi de bu döneme rastlamaktadır. Yanında alabildikleri en gerekli şeylerle işgal bölgesini terkeden insanlar, duruma göre Erzurum, Erzincan üzerinden Malatya, Şebinkarahisar, Sivas, Kayseri, Adana gibi çeşitli yerlere ulaştı. Bu insanların bir bölümü uzun ve eziyetli yolda öldü, bazılarıysa gittikleri yerlerde kaldı. Bir bölümü de savaşın bitiminde geri döndü.

 
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol